Bir sabah, derin bir sessizlik içinde uyandım. Evimin penceresinden dışarı baktım, hayatın koşturmacası her zamanki gibi devam ediyordu ama ben, birkaç yıldır yolda kaybolmuş birini arayan biri gibi, dünyaya başka bir açıdan bakıyordum. O an bir düşünce belirdi kafamda: “Bir insan, vatansız doğmuşsa, o kişi başka bir vatanı hak edebilir mi?”
O düşünceyle, yıllardır kaçırdığım bir hikâyeyi hatırladım. Belki de size anlatmam gereken bir hikâyeydi.
—
Günlerden bir gün, bir kasaba okulunun koridorlarında iki kişi karşılaştı. Erhan ve Elif.
Erhan, genç bir avukat olarak hayatına devam ediyordu. Her zaman bir çözüm arayarak, net adımlar atmak gerektiğine inanırdı. Her şeyin mantıklı bir temele oturması gerektiği fikrindeydi. Elif ise, dünyaya ve insanlara bakışı daha farklıydı. O, çözüm aramak yerine, sorunu hissediyor, insanları anlıyor, ilişkileri derinlemesine kuruyordu.
Bir gün, kasabaya yabancı bir aile taşındı. Ailenin annesi, Osmanlı İmparatorluğu’ndan kalan bir miras gibi garip bir şekilde vatansızdı. Üzerinde ağır bir sırt çantası vardı ama içinde en değerli şeyi taşımadığı belliydi; ait olduğu bir yeri. Yıllardır bir ülkenin vatandaşı olamamış, bir kimlik belgesini elinde tutamamıştı. O yüzden kasabaya taşınmaları, pek çok soru işaretini de beraberinde getirdi.
Elif, bu aileyi görmek için birkaç kez uğradı. Onları daha iyi anlamak için bir çay içmeye gitti. Kadın, çok uzunca bir süre hiçbir şey konuşmadı. Ama gözlerinde bir şey vardı, bir kaybolmuşluk, bir çaresizlik… Elif, kadının bu duygusal boşluğunu hissederek ona yakınlık gösterdi. Konuştular, gülümsediler, ama Elif’in kalbinde bir soru vardı: “Bu insan, gerçekten ait olduğu bir yer arıyor muydu?”
Erhan ise durumun daha farklı bir boyutunu fark etti. Hukuk açısından, bu kadının vatansız olmasının sebeplerini araştırarak, ona bir çözüm bulabileceğini düşündü. Vatansız birinin nasıl Türk vatandaşı olabileceğini araştırmaya başladığında, karşılaştığı engeller ve bürokratik karmaşıklıklar ona, sorunların çözümüne olan bağlılığını bir kez daha hatırlattı. Kadın, Türk vatandaşı olabilir miydi? Erhan, yasal yollarla bu meseleye çözüm bulmaya çalıştı.
—
Bir gün, kasaba meydanında buluştular. Elif ve Erhan. Aralarındaki farkları daha net hissedebiliyordunuz ama bir şekilde birleştiren bir şey vardı; insanlık.
Elif, gözlerindeki derin sorularla Erhan’a bakarak dedi ki: “Belki bu kadının ait olduğu yer, sadece bir kağıtta yazan bir kelime değil. Belki bir kimlik numarası değil, içinde hissettiği bir duygudur. Ona bir vatan versek de, içindeki boşluğu doldurabilecek miyiz?”
Erhan derin bir nefes alıp cevap verdi: “Ama, bir insanın sadece duygusal boşluğunu doldurmak yetmez. Bazen, ona bir çözüm sunmak gerekir. Yasal bir kimlik, ona hem güven hem de aidiyet duygusu verir.”
İkisi de haklıydı. Elif, kadının içsel boşluğunun yalnızca dışarıdan verilecek bir kimlikle doldurulamayacağını düşündü. Erhan ise, yasal düzenlemelerle bu kadının bir vatandaşlık kazanmasının, ona bir başlangıç, bir güven duygusu ve bir yer edinme fırsatı vereceğine inanıyordu.
Sonunda, bürokratik engellerin aşılmasının ardından, kadına Türk vatandaşı olma hakkı verildi. Ancak bu, sadece bir başlangıçtı. O kadının asıl hikâyesi, yaşadığı aidiyet duygusunu bulduğunda tamamlanacaktı.
—
İçinizde kaybolmuş bir şeyler var mı? Belki bir kimlik, belki de ait olduğunuz bir yer… Vatansız birinin, bir vatanı olabilir mi? Bir kağıt parçası, bir kimlik numarası, o insana ait olma duygusunu verebilir mi? Belki de gerçekte hepimiz vatansızız, kimliğimizin sadece bir etiket olduğu dünyada…
Erhan ve Elif’in hikâyesinde olduğu gibi, çözümün her zaman net ve keskin olmadığını kabul etmek gerekir. Birçok meselede, duygusal bağlar, bir kimlikten ya da bir vatandaştan çok daha fazlasıdır. Ama bazen, insanların kaybolmuş yerleri bulabilmesi için onlara bir başlangıç gerekir.
Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Bir vatansızın bir vatanı olmalı mı? Yorumlarınızı paylaşın, hep birlikte konuşalım…